Günlükler: İsrailiyat, İnfazı Ertelenen Çocuklar ve Akif’i Hatırlamak
- 05-02-2025 11:08
- 05-02-2025 11:09
- 178
Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
Üsküdar Kemah Kafe’de her pazartesi günü öğleden sonra dünyaya sözü olan aydınlar görüşlerini açıklıyor; düşünen ve yorumlayan yepyeni bir toplum için uğraş veriyor, sorumluluk alıyorlar.
Her hafta da öyle oluyor, İsrail'in üç ayrı ülkeyi başta Şam yakınlarına kadar gelerek ve Golan tepelerinin işgali olmak üzere Filistin'de soykırım, insanlık vahşeti uygulamasına Sosyolog arkadaşımız Mahmut Haldun Sönmezer'in bir alan araştırması "Modernleşme Sürecinde İstanbul Yahudileri" adlı kitabından gündeme girildi. Bu çalışmada yüzyıllar boyunca huzur, güven içinde İstanbul'da yaşayan Yahudiler gerçek anlamda kültürel çoğulculuğun ne demek olduğunu da Türk topraklarında öğrendiler.
Bugün böylesi alan çalışması yapan ne yazarlar, ne gazeteciler ve ne de akademisyenler var. Daha önceki yıllarda Cevat Rıfat Atılhan, Ziya Uygur, Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Prof.Dr. Ömer Faruk Harman, Prof. Dr. Abdurrahman Küçük, şehit Doçent Dr. Yaşar Kutluay, Dr. Alpaslan Yasa-Yesevizade ve merhum Ali Uğur yahudiyat uzmanı olarak toplumu aydınlattılar, bilgilendirdiler. Suskunluğun Yükü yazarı Cengiz Şişman ve Ilgaz Zorlu'nun görüşlerine katılmasanızda sahasında tanınan isimler.
Yakın tarihte bakın neler olmuş? Tahsin Paşa kan dökülmesin diye anahtar üstünde Selanik'i Yunanlılara teslim etmiş(1912). Aynı Yunanlılar Selanik'te Yahudi mahallelerini kana bulamış. Yahudiyat araştırmacısı Salamon Usque'ye göre; Selanik İsrail'in annesi. Diyamandi Efendi, yani tanınan fiili ismiyle Yaman Dede Müslüman oluyor, Mesnevi halkasına giriyor ve Mevlana'nın huzurunda diyor ki;
"Ben sende bitirdim tenimi, canımı ey şah/ Buldum yine her derdim içinde seni billah/ Şelale-i esrarını dök ruhuma hergah/ Ağlat beni, inlet beni, ta haşre kadar yak"
Türk sanat müziğinde de gayrimüslim çok sanatçı var, 3.Selim'in tambur hocası İsak Efendi gibi. Böyle çok isim sayılabilir. Birlikte yaşamayı öğretti Anadolu toprakları herkese ve her kesime. Artık öyle teselli oluyor insanlar örnek verirken.
Ziya Paşa Terkibi Bend'inde "Ey Mürtekib-i har bu ne zillet çekersin/ Bir kaç kuruşa müddet-i ömrünce hecalet" diye başlıyor ve sonra devam ediyor;
"Her şahsı harim-i hakk'a mahrem mi sanırsın/ Her taç giyen çulsuzu, edhem mi sanırsın/ Dehri arasan binde bir adem bulamazsın/ Adem görünen harları adem mi sanırsın?"
ABD yeni Başkanı Trump Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilanını daha önce onayladı da ne oldu? Dünya ülkelerinden temsilciliğini ABD'den başka Kudüs'e hiçbiri taşımadı. Yandı mı keten helva? Bundan sonra ne olacak peki? Trump kendisini hazzetmeyen Avrupa Birliği ülkelerine limonu. Gerilim donduruldu ama her an patlayabilir. Amerikan İmparatorluğu, dünyada bugün kaybolan çok sayıda imparatorluk gibi aynısı yaşarsa şaşmamak gerek. Çünkü tarih tekerrür edecek. Bu kadar zulme rıza da zulümdür. Perişanlık, fukaralık, imkansızlık paylaşılacak. 1992'de ABD'de cumhuriyetçilere ve demokratlara karşı kurulan Reform Partisi %20 oy almıştı. O seçimde Clinton kazandı ama yolda böylece bir alternatif göründü.
Hollywood sineması genelde figur olarak her çalışmasında şöyle veya böyle üç ögeyi sürekli Napolyon, Hz.İsa ve Abraham Lincoln'i bir vesileyle hatırlatıyor. Olmazsa olmazı.
Bir arkadaş anlattı bürokraside girdiği bütün imtihanları kazanan biri torpili olmayınca atanamamış, Kayseri'de susam ticaretine başlamış. Bugün holdingi varmış. Bir kapı kapanıyorsa Yüceler Yücesi çok kapı açılabiliyor.
Hiç bir parti yok ki mitinglerde, toplantılarda, önemli günlerde sanatçılara kaynak aktarmasın. Hepsi birbirine benziyor.
Topkapı'da Uzel makinanın arsası konuta açılmış. Gökdelenlerden, Edirnekapı Şehitliğinde meftun İsmail Aga Cemaatinin lideri Mahmut Efendi'nin kabrini gören dairelerin değeri diğerlerine nazaran birkaç misli fiyatla yok satıyormuş!.
Kemah kafe Toplantısına söylenecek sözü olanlar katılıyor. İstediği kadar oturabiliyor,
erken çıkabiliyor veya çay ikram edebiliyor. Bekleriz.
TERÖR DEVLETİ OLUR MU?
Okunması gereken önemli ve yeni bir eser İnfazı Ertelenen Çoçuklar kitabının tanıtımı; mütercimi ve İnkılabBabsın Yayın Kitapevi tarafından Fatih'te gerçekleştirildi. Eserin Yazarı Mısırlı Dr. İbrahim Şelebi, 30 Filistinli çocuğun mektubundan yola çıkarak İsrail yönetiminin Filistin soykırımı anlatıyor. Teoloğ Mütercim ise eski bir dekan ve halen İstanbul'da öğretim üyesi Prof. Dr. Adem Yerinde. Mektuplar sanal, çünkü şehit bebelerin yani çocukların yeni mekanlarından geliyor. İngiltere ve ABD destekli terörist yöneticili İsrail sadece Filistin'de soykırımı yapmıyor, Lübnan ve Suriye'yi de bombalayarak masun insanların, ölmesine neden oluyor.
Fatih İnkılap Basın Yayın’da her hafta bir kitap ve yazarının tanıtımı var. Bu defa kitap ve mütercimi izleyicilerle birlikte oldu. Mütercim Prof.DrAdem Yerinde Fransızların Tunus'u işgali sırasında yazılan (1934) bir şiirle başladı konuşmasına. İyi de yaptı. Aydınlar mutlaka ve mutlaka roman, şiir, hikaye, deneme okumalı, yazmalı, yorumlamalı. Adem Yerinde İsrail'in Filistin’de insanlık suçu işlediğini, soykırım uyguladığını, bir neslin yok edilmesinin hedef aldığını söyledi. Çok doğru. Maalesef Filistin'de şehit edilenlerin çoğu çocuk ve kadın. Neredeyse bir nesil yok olmak üzere. Filistin'de artık çocuk yok, zaten bu nesil çocukluklarını da yaşayamıyor.
Kitabın içindeki çocuk mektuplarında örnekler verdi mütercim Prof.Dr. Adem yerinde;
-Biz hiç büyümeyeceğiz. Hayallerimiz elimizden alındı. Filistinliler bir dilim ekmeğe muhtaç hale getirildi.
İsrail'de ise çocukların kin ve nefretle yetiştirildiğine dikkat çeken Mütercim Prof. Dr. AdemYerinde, yaşananların isyan ruhunu doğurduğunu anlattı. Bir Filistinli, kızına doğum günü hediyesi almak için dışarı çıktığında evinin ve ailesinin bombalarla yok edildiğini yaşıyor!.Aman Allah’ım, Yüce Rabbim aklımıza mukayyet ol. Mütercim Adem Yerinde BM ve uluslararası anlaşmalardaki çocuk haklarını koruma konusundaki sözleşmeleri de gündeme taşıdı. Keşke yazarı İbrahim Şelebi de olabilseydi kitabın tanıtımında. Prof. Dr. Adem Yerinde zaman zaman idealizmini öne çıkardı, ideolojik vurgular yaptı.
Oysa sosyal medyadaki çocuk katliamları görüntüleri daha fazla etkiliydi. Mesela annesinin kucağında İsrail bombardımanları ve açlıktan ölmek üzere olan bir çocuk "Anne cennette ekmek var değil mi? O zaman ölelim!" diyebiliyor. İşte bu fotoğraf ve resim altı milyon kere tıklandı. Bir kitaptan, bir filmden çok daha etkili oldu.
Fazla hacimli bir kitap değil İnfazı Ertelenen Çocuklar. Keşke mütercim konuyla alakalı Çocuk Vakfı ile görüşebilse, çocuk ruhunu daha iyi yansıtabilirdi. Pek uzak olmayan bir tarihte Hiroşima ve Vietnam'da ölen çocuklar da var. Cilt cilt kitaplarda yüzlerce şiirler yazıldı bu çocuklar için. Günümüz şairleri ise Filistin konusunda pek cömert değil. İyi ki bu kitap, İnfazı Ertelenen Çocuklar adlı eser yayınlandı.
Ümit Yaşar Oğuzcan Hiroşima' için şöyle diyor "Memede çocuklar öldü/ Pirinç tarlasında kadınlar öldü/ Çiçekler öldü/ Kuşlar öldü/ Ve sevgilim Sanuki öldü/ Sanuki'yi seviyordum"
Aynı duyarlılığı Nazım şöyle yansıtıyor;" Hiroşuma çocuğu/ Her kapıya gelip soruyorum/ Ama kimse sessiz adımlarımı duyamıyor/ Kapıyı çalıyorum ve yine de görünmüyorum/ Çünkü ben ölüyüm/ Ben sadece 7 yaşındayım, o zaman da öyleydim/ Çocuklar öldüğünde büyümezler"
Melih Cevdet Anday'ın gördükleri de yine aynı "Büyükbabam, babam, ben/ Küçük oğlun,kız, damat/ Gelişimiz teker tekerdi/ gidişimiz cümbür cemaat"
Adını az bildiğimiz bir şair Rıfat Sevilgen'in dizeleri de şöyle" Biri mi vuruldu yine/ Daha beter; yoksa yoksa!/ Bir yeni Hiroşima mı gördük?/ Dünya denilen ülkemde bir başka şehir/ Hangi yıldızdı yok olan/ Mümkün olsaydı/ İnsan, şu dünyada bir kez ölüp bir kez dirilseydi/ Asla ama asla öldürmezdi!"
Çok örnek var bu konuda. Yani Amerikan yönetiminin artık ot bile bitmeyen Hiroşima bombardımanı hakkında. Vietnam'ı aynı, Amerikan yönetimi vurdu. Aynı Amerikan silahlarıyla İsrail'in Filistin'i vurduğu gibi. A.Kadir ve Afşar Timuçin'in Vietnam Şiirleri ansiklopedisi yayınlanmıştı. ABD'li bir şair bile katliamdan muzdarip.
Diyor ki "Kuzey Vietnam'da göğüslerine mayın bağlanmış/ Bunlar sadece sivrisineklerdi/ Ve sadece bir fısıltı kadar uzaklıkta/ Cobraları çağırdık tıslayarak geldiler."
Ülkesi bombalanan şair Nguyen Du ise şöyle sesleniyor; Sonuna dek açıp gözlerimi, düşleyip durdum eski günleri/ Gelince yüzyüze, ama eyvah tanıyamadık birbirimizi"
İnfazı Ertelenmiş Çocuklar'ı dilerim aynı konuda, aynı duyarlıkta yeni eserler takip eder. Buna ihtiyacı var bütün dünyanın. Çocuklar ölmesin!
BESTELER VE GÜFTELER
İyi ki TURİNG var; Türk Sanat Müziği'ni yeni nesil üniversiteli gençlerle birlikte yaşıyor, Güzel Türkçemizin en nadide örneklerini veren sanatçılarla birlikte oluyoruz.
TC Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu'nun Meşk Vakti'nde Murat Irkılata ve Oya İşboğa'nın seslendirdiği şarkılarla yüreklendik, sunucu Nalan Büke'nin nefis Türkçesiyle mutlu oldum.
Bir saati aşkın konser süresince aşkı, hüznü, gamı, sevdayı, sadakatı, mutluluğu yaşadık. Öylesine unutmuşuz ki bu güzellikleri, günün sıkıntılarından, sorunlarından sonra ilaç gibi geldi doğrusu.
Murat Irkalata nihavent şarkılar söyledi. Muallim İsmail Hakkı Bey besteleri öndeydi. Oya İşboğa ise muhayyer şarkıları seslendirdi. Her ikisi de çok şıktı. Eserlerden 8 güftenin sahibi belirsizdi ama, günümüze kadar gelmişti. Böylesine muhteşem bir arşivimiz var. Dertli'nin güftesinden seslendirilen "Bir söz ile hasılı şu gönlümü aldattılar" adlı parçanın ise beste sahibi yoktu. Belirlenememişti. Ama hala söyleniyor ve ben de ilk defa dinledim. nefis bir parçaydı.
Şerif İçli'nin Hüseyni makamında bestelediği Mehmet Akif Ersoy'un "Ezelden aşinanım ben, ezelden hem zebanımsın/ Beraber ahde bağlandık ne olsan yar-i canımsın/ Ne olsan zerrenim kalbimde hala çarpar esrarın/ Gel ey canan, gel ey can kalmasın ferdaya didarın" adlı eserde ancak bu kadar içten ve canlı okunabilirdi. Oya İşboğa da Murat Irkılata gibi ayakta alkışlanmayı hak etti.
Fehmi Tokay'ın tahir düyek şarkısı "Gönül vermişken el çektim güzelden/ Yıkıldım çevre ile çöktüm tez elden/ Esen bad-ı hazandır şimdi ruha/ O sevdalar ezeldenmiş ezelden"i iki sanatçı birlikte söylediler. Seyirci bırakmadı, alkıştan salon yıkılacak gibiydi, sanatçılar yeniden sahneye geldiler ve "Batan gün kana benziyor yaralı cana benziyor" dediler.
Son birkaç eser hariç, repertuvardaki parçalar genelde dil olarak daha önceki yılların kelimeleriyle yazılmış ve günümüzde pek fazla kullanılmıyordu. Ancak genç sanatçılarımız kelimelerin hakkını öyle bir verdiler ki; güfte, zaman zaman melodinin bile önüne geçti. Heyecanlandırdı, Türkçemizin keyfini ve lezzetini yaşadık. Günümüzde bütün televizyon sunucularına ve haber spikerlerine böylesi programları izletmek gerek. Türkçe nasıl kullanılır, melodi ve olayla nasıl örtüştürülür, yaşarlardı.